Kapitalist üretim, bölüşüm ve tüketim ilişkilerinin yarattığı sömürü sisteminin yansımasının görüldüğü önemli noktalardan biri de doğal çevredir. Sistemin doğayı sömürmesi sonucunda ekolojik krizler artmakta ve çevresel adaletsizlikler derinleşmektedir. Yani kapitalist sistemin yarattığı eşitsiz ilişkiler sonucu dünya coğrafyası üzerindeki bazı bölgeler ve bu bölgelerde yaşayan toplumlar çevresel etkilere daha fazla maruz kalmaktadırlar. Zira kapitalist üretim ve tüketim aşamasında oluşan gaz ve atıklar iklim değişikliği, sera gazı emisyonları, su ve hava kirliliği gibi sorunlarla doğal yaşamı tehdit etmekte, bu da özellikle geri kalmış bölgelerdeki kırılgan toplumları olumsuz etkilemektedir. Kuraklık, sel, aşırı hava olayları ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi faktörlerden dolayı milyonlarca insanı göç etmek zorunda kalmaktadır. Buna karşın, 1951 Cenevre Sözleşmesindeki tanımlama, ekolojik nedenlerle yerinden edilen insanları resmi olarak mülteci statüsünde kabul etmemektedir.
Bu makalede, eleştirel sosyoloji kapsamında, iklim değişikliğinin sadece çevresel bir kriz değil, aynı zamanda ekonomik, politik ve toplumsal adaletsizlikleri derinleştiren bir olgu olduğu tartışılmaktadır. Makale kapsamında iklim mülteciliğinin uluslararası hukuki çerçevede tanınması durumunda yerküre üzerinde toplumsal krizlerin daha da büyüyeceği vurgulanmaktadır.
The natural environment is one of the important points where the system of exploitation created by capitalist relations of production, distribution and consumption is reflected. As a result of the system's exploitation of nature, ecological crises increase and environmental injustices deepen. In other words, as a result of the unequal relations created by the capitalist system, some regions of the world and the societies living in these regions are more exposed to environmental impacts. This is because the gases and wastes generated during capitalist production and consumption threaten natural life with problems such as climate change, greenhouse gas emissions, water and air pollution, which adversely affects vulnerable societies, especially in underdeveloped regions. Millions of people are forced to migrate due to factors such as droughts, floods, extreme weather events and sea level rise. However, the definition in the 1951 Geneva Convention does not officially recognize people displaced for ecological reasons as refugees.
In this article, within the scope of critical sociology, it is argued that climate change is not only an environmental crisis, but also a phenomenon that deepens economic, political and social injustices. The article emphasizes that if climate refugeeism is recognized in the international legal framework, social crises on the globe will grow even more.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Çevre Sosyolojisi, Göç Sosyolojisi |
Bölüm | Articles |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 17 Temmuz 2025 |
Gönderilme Tarihi | 24 Mart 2025 |
Kabul Tarihi | 19 Haziran 2025 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2025Cilt: 49 Sayı: 2 |
Bu eser Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.