İslam geleneğinde ‘insan-ı kâmil’ kavramı esas itibariyle vahyin doğrultusunda bir yaşam biçimini benimsemiş ve o uğurda örnek, ideal, yetkin, olgun bir insanı ifade eder. Bu genel çerçeveyi esas alarak, tasavvufta insan-ı kâmil meselesi genel olarak iki şekilde yorumlanmıştır: Birincisi, günlük dilde kullanılan olgun ya da ideal insan anlamındaki Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış, tasavvuf çevrelerinde hal ehli ya da dil ehli olarak bilinen yaklaşım; diğeri ise, bazı mutasavvıfların savunduğu vahdet-i vücud nazariyesini esas alan hakikat-ı Muhammediyye ve devriyeler yaklaşımlarıdır. Bu yaklaşımlardan hakikat-ı Muhammediyye, İbn Arabi, Abdülkerim Cîlî ve Mevlâna gibi önemli mutasavvıflar tarafından savunulmuştur. Bu itibarla, Cîlî ve Mevlâna ile Anadolu’da yaygın olarak bilinen bazı tasavvuf alimlerinin ve düşünürlerin görüşlerini incelemek suretiyle, söz konusu anlayışın Anadolu İslam anlayışı ve iktisadi hayatı üzerindeki tesirini ortaya koymak çalışmanın esas amacıdır. Bu anlayışa göre, gerçek ve hatta tek insan-ı kâmil Hz. Peygamberdir. Zira Allah her şeyden evvel Onu yaratmış, bütün mahlukat bu hakikatten ortaya çıkmıştır. Ancak, Sünni İslam ulemasının önemli bir kısmı Hz. Peygamber’in bu şekilde anlaşılmasının ve inanılmasının onu ilâhlaştıracağı gerekçesiyle bu görüşe karşı çıkmış, hatta itikadi bakımdan olumsuz sonuçlar doğurabileceği uyarısında bulunmuşlardır. Böyle bir insan modeli sosyal ve iktisadi hayata aktarıldığında, toplumun huzurunun, refahının ve mutluluğunun sigortası bizzat insan-ı kamilin kendisi olacaktır.
Tasavvuf Vahdet-i vücud İnsan-ı kâmil Abdülkerim Cîlî Mevlâna Devriyeler İslam iktisadı
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | İktisat Sosyolojisi |
Bölüm | Articles |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 25 Aralık 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023Cilt: 47 Sayı: 2 |
Bu eser Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.